'' Ve tarih, onlarla bizim kavgamızın sürüp duran hadisatından ibarettir. ''
Son’baharın evveli. Başına sarı-yeşil-kırmızı oyaların döküldüğü bilmem kaç yüzyıllık, ütüsüz bir ana yüreği uzakta bir köyde, Kürdistan toprağının solmuş çiçeklerini göğsüne bastırıyor. Elleri kolları bağlı ve hep yalnız bir halkın yüreği çökeldi kaldı Kürdistan yöresine. Sesler içli, sesler yakar yüreği olanı, sesler kısılıyor, kısılıyor, bitiyor. İçine göç eder toprağın da, son kurşununu göğe sıkar bir hava. O kurşun ki muktedirlere. Bir avucuna kara toprak, öbür eşine –burada kısalır hayat yolu- bir yeşildir ki doldur. Eylediğin isyan, bir Neşet, bir hoş Memed o vakıt. Devletlülere attığın taş bir iktidarın kahve falına kısmetsizlik deyi çıkar. Yazık ki şükür edilecek bir hal yok ortada, bir zehir yok içesin. Yok yok, zaten içmeyesin. Silvan’a uç ey kuş, Silvan'a, Lice’ye. Kalekolların boş başları üzerinden gir Dersim’e. İstanbul’a Gazi’ye uç. Kapısını çal her ananın ! Her feryadın ! Teslim alamadığın yavruların için, kanadından koparılan her bir renk tüy için, yaşayamadığın her acının feryadıyla öyle bir öt ki ! İnsin bu sarayların camları, yıkılsın duvarları, titresin bekçileri, titresin içerisindekiler. Bize ama, bize öyle güzel gel ki sen, Neşet’in düz göğüslü sazı gibi, İnce Memed’in yitik yüreği gibi, kor gibi, alev gibi ol da sar bizi. Acılı ve bir de güzel tüt. Dumanını soluyalım, ey canım kuş. İnim inim inliyor koca bir toprak insan. Nefes diye çektiğimiz şey çok yitik canın, çok keskin kokusu. Her güne ayrı bir sela, her gün ayrı bir makamda. Bir sarı, bir yeşil, bir kırmızı okunan ezanlar dinleniyor, şekerli demlenen çaylarda. Cigaralar parmaklardan avuçlara, avuçlardan yüreklere aktı da öyle öyle büyüdü gitti.
Cigaralar büyüdü gitti de, epeyce şeyimiz yarım, yetim, yitik kaldı.
'' Sımsıcak bir şey kalmıştır daima.
Belki bir eşkıya türküsü, belki bir yaşlı ozan.
Dağ rüzgarı esen elleriyle şimdi o
Sarıp sarmalamaktadır yaralarımızı. ''
Son’baharın evveli. Başına sarı-yeşil-kırmızı oyaların döküldüğü bilmem kaç yüzyıllık, ütüsüz bir ana yüreği uzakta bir köyde, Kürdistan toprağının solmuş çiçeklerini göğsüne bastırıyor. Elleri kolları bağlı ve hep yalnız bir halkın yüreği çökeldi kaldı Kürdistan yöresine. Sesler içli, sesler yakar yüreği olanı, sesler kısılıyor, kısılıyor, bitiyor. İçine göç eder toprağın da, son kurşununu göğe sıkar bir hava. O kurşun ki muktedirlere. Bir avucuna kara toprak, öbür eşine –burada kısalır hayat yolu- bir yeşildir ki doldur. Eylediğin isyan, bir Neşet, bir hoş Memed o vakıt. Devletlülere attığın taş bir iktidarın kahve falına kısmetsizlik deyi çıkar. Yazık ki şükür edilecek bir hal yok ortada, bir zehir yok içesin. Yok yok, zaten içmeyesin. Silvan’a uç ey kuş, Silvan'a, Lice’ye. Kalekolların boş başları üzerinden gir Dersim’e. İstanbul’a Gazi’ye uç. Kapısını çal her ananın ! Her feryadın ! Teslim alamadığın yavruların için, kanadından koparılan her bir renk tüy için, yaşayamadığın her acının feryadıyla öyle bir öt ki ! İnsin bu sarayların camları, yıkılsın duvarları, titresin bekçileri, titresin içerisindekiler. Bize ama, bize öyle güzel gel ki sen, Neşet’in düz göğüslü sazı gibi, İnce Memed’in yitik yüreği gibi, kor gibi, alev gibi ol da sar bizi. Acılı ve bir de güzel tüt. Dumanını soluyalım, ey canım kuş. İnim inim inliyor koca bir toprak insan. Nefes diye çektiğimiz şey çok yitik canın, çok keskin kokusu. Her güne ayrı bir sela, her gün ayrı bir makamda. Bir sarı, bir yeşil, bir kırmızı okunan ezanlar dinleniyor, şekerli demlenen çaylarda. Cigaralar parmaklardan avuçlara, avuçlardan yüreklere aktı da öyle öyle büyüdü gitti.
Cigaralar büyüdü gitti de, epeyce şeyimiz yarım, yetim, yitik kaldı.
'' Sımsıcak bir şey kalmıştır daima.
Belki bir eşkıya türküsü, belki bir yaşlı ozan.
Dağ rüzgarı esen elleriyle şimdi o
Sarıp sarmalamaktadır yaralarımızı. ''
Yorumlar
Yorum Gönder