Hieronymus Bosch "El Bosco": El jardín de las delicias (1503-04)
Yine yeniden buradayız. Hayat bütün gaileleriyle pek zor, teşekkürsüz. Yazmak eylemini içe sindirebilmek, kendine kondurabilmek, bunu ben yapıyorum diyebilmek de zor.
Hep zorluklardan bahsetmek de zor. İnsan bu kadar mı zayıf? Bu kadar mı zayıfız? diye soruyor kendine bazen. Herhâlde bu kadar da zayıfız. İlla birilerini arıyoruz, bağlanılacak bir dal.
Su akıp gidiyor. Biz hâlâ bir taşa çarpmanın, üzerine dolanıverecek bir ağaç bulmanın derdinde. Ağaç gibi sevmek için bir ağaç bulmak derdinde, arzusunda. Sürekli arzularda boğulup duruyoruz. Neyse ki su boğmuyor da hemencik, yaşayıp gidiyoruz. Fakat sanıyorum ki boğulmaya az kaldı.
Nilüferler neredeler?
***
Kimin neyin peşinde koştuğunu, kendinden ne beklediğini anlamadığı bir dönemden geçiyoruz gibi hissediyorum bazen. Bilcümle, topyekûn, canhıraş. Çığlık çığlığa. Nuh'un gemisine doluşuveren, yaşamak derdinde hayvanlardan farkımız...Ne basit bir cümle, kuruluş, kurum. Bir "sanatçı açgözlülüğü" ile ne duyarsak, ne görüyorsak, neye dokunuyor, neye temas ediyorsak, ne dinliyorsak, yolda kiminle karşılaşıyorsak, kazaen da olsa kime gülümseyiveriyorsak; bir nesneyi, eşyayı yerinden nasıl oynatıyorsak; nasıl ısınıyor, nasıl soğuyorsak; perdeyi nasıl çekiyor, perdeyi ne kadar hızlı çekiyor da onu yerinden -hem nasıl- öyle bir ediyorsak, perde anahtarlarını nasıl beyaz beyaz yerinden ediyorsak; açgözlülükle neye, neden çarpıldığımızı, vurulduğumuzu bilmeden; içi alabalık dolu, mavisi eskimiş bir köy havuzuna atlatıveriyorsak kendimizi; kaçıyorsak turistlerden; seçim yaptığımızı düşünüp -boş bulunup- seçimlerin aslında hiç olmadığını büyük bir dehşet içinde fakat öylesine, alelade, önemsiz, mülemma fark ediveriyorsak...Mülemmalaşıyorsak. Kaynaşıyorsak, yaklaşıyor, sıkışıyor, gittikçe özdeşleşiyorsak ve öteki ben'imize yaklaşmamıza az kaldığını, kendimizden ah çok yakında bir tane daha bulacağımızı zannediyor...Bir Selimlik mertebesine erişmeye çalıştığımızı, her gün yeniden ve yeniden fark edip, allahım habire fark edip, On Emir'e hiç uymadığımızı görüp, mitoslara tutunmadığımızı görüp, imlayı da editör düşünsün deyiverip...allahım dolu dizgin artık böylesine hunharca ne yazıyor, ne düşünüyorsak?
Teorilere gömüldüğümüzü, yumuşakçalaştıkça üretmekten uzaklaştığımızı, birbirimizi yediğimizi -hem de nasıl, kan revan ortalık-, birbirimizin etini, etlerini kopardığımızı fark edemiyorsak; hâlbuki o kadar da farkındaydık. Bunları allahım hiç mi hiç fark edemiyorsak,, cehenneme gideceğimizi sanıyorsak öldükten sonra...Ölümden sonra. Bir an olsun ölümü düşünmüyorsak çünkü yaşarölürgezerölürduyarölürkokarölürdokunurölürallahsızölür olmuşsak...
Ne oluyor? Her gün ayrı bir korku bekleyerek, ne zaman deprem olacak diyerek, deprem şimdi mi oldu, ulan deprem mi oluyor, ulan uykumdan uyandım deprem olmamış mıydı? diye diye...Anksiyetelerin, hassasiyetlerin, doğurganlıkların, buyruganlıkların tuzağına düşüyorsak -allahım nasıl da insansak- ve korkularımızla yüzleşmek yerine daha da daha da örtüyorsak onları, üstlerini, üzerilerini kül ile örtüyorsak bir parça kül ile; dejenerasyonun, birbirini eğreltilemenin, birbirine dikiş batırmanın, çağın ötesinde yazmaya çalışmanın çağı anlamadan; kölesi, âşık'ı oluyorsak eğer. Bir "Nasılsın?" demeye bile çekiniyorsak kendimize,, birileri, birilerine...
Ne oluyor?
Grup seks partileri, Cihangir, Bohem lifestyle, TedX'e konuşan yazar, çok satan yazar, okunmayan şair, emektar amca, İzmir'de balkonunda Alsancak'ta Eskici'nin üst sokağında balkonunda rakı içen amca, Tekno, Berlin, ketamin, lsd, AKADEMİ, depresyon, suicidal tendency'ler, Amerika, Trump, körpecik çocuk, kötü patron, emekçi, işçi, hak hukuk hürriyet. Komünizm -safsata Anarşistlik -ütopya
Dün, Bugün, Yarın.
Ne yapmalı?
Her bir şeylerin etraftaki toplamıyız biz diyorsak...
Lanet olsun bu kafaya, hafızaya, havsalaya...Deli gibi arzu istencine.
Hani ahzüitamız okumak arzusuydu? Öğrenmek, değinmek, değinilmek. Lanet olsun deli gibi istenmek istençsizliğine.
***
Hakeza dehşetvâr.*
İliklerime kadar, kanımın içindeki son oksijen baloncuğuna kadar, kırılan ufacık saçıma kadar, yeniden doğan minicik bebek saçlarıma kadar, göz çeperini yaşlandırtmamak için etrafına sürdüğünm badem yağı kadar, bacaklarıma sürdüğüm yağlara kadar, vazeline kadar, kreme kadar, badem içi kadar, kayısı içi kadar..Yıllar önce bahçeye dikilmiş dut kadar, nar, erik, zeytin, limon, incir kadar. Ölen dedeler, ölen babalar, terk eden anneler, hiç doğmamış olsaydın keşke isteyen anneler kadar. Kuru incir ağacının gri dalına yuvalanıp uçmuş kuş kadar. Terk edilmiş, terk etmiş, otonomlaşmış, otonomlaştıkça kollektifleşmiş hâlimiz. Hâl midir hâlimiz?
Yarım yamalak, sarsıntılı, Sürekli Deprem Partisi hâlimiz.
Nasıllar hâlimiz?
Hâl en iyi kendisinden sorulur insanın.
Annem'e hâlini sordum. Böceğim dedi. Neymiş bu kadar bu Kafka be!
Sen anlatınca şimdi daha iyi anladım hâlimizi dedi.
Hepimiz böceğiz annem, daha iğrenci, hepimiz o müşkül "yumuşakçalarız".
Hâlimiz hâl değil.
Deprem ne zaman olacak?
*bu biraz şuradandır: https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/10/12/dort-felsefi-ugrakta-dehsetvar-olmak/
Yorumlar
Yorum Gönder