Ana içeriğe atla

Covid ve Sanatın(?) Geleceği

Covid-19'un ilerideki 50 yıl içinde yaratacağı, bilhassa sanat endüstrisinde ne gibi değişimler yaratacağı muamma. Bir şair olarak ne diye hala yazıyoruz, bu ses ve ritim, bu metaforlar kime miras kalacak diye düşünmeden edemiyorum. Kitap okuma oranlarında büyük düşüşler olduğu, edebiyatta dijital döneme geçildiği (bkz. electronic literature organization), insanların video makalelerden pek çok bilgiyi kolayca edinebildiği iddialarına ben de katılsam da içimde bir yerlerde yazılı olan sanat formlarına olan güvenim hala duruyor. 

Öte yandan artık sanatın yalnızca müzik, edebiyat, sinema ile kısıtlı olmadığını, bir TikTok profilinin dahi bir video art galerisi olarak deneyimlenebileceğini kabul etmiş insan sayısında bir artış gözlemliyorum. Sanat eserlerinin bir yaratım olduğunu varsayarsak, pek çok görsel içerik üreticisinin 'yaratıcı' sıfatının da etkisiyle sanatçı olarak görüldüklerini söyleyebiliriz. Kimisi kurgucu, kimisi video editor, kimisi 3-D artist, kimisi video gamer olan bu insanlar, bugün, sanat endüstrisinde yaşanan değişimlerden ne kadar sorumlu bilmiyorum.

Bir yandan sanatta dahi bütün akımlar öyle hızlı, öyle çabuk değişiyor ve sanat komüniteleri öyle kırılganlaşabiliyor ki toplumun teknoloji ve Covid-19 ile ivmelenen estetik beklentilerini biz 'üçüncü dünya' pasaportlular ne kadar karşılayabilecekler, yaptıklarından ve ürettiklerinden ne kadar haz alacak, ne kadar keyiflenecek ve takdir görecekler, bu beni düşündürüyor. 

Bugün sanatla ilgilenen queer, non-binary, trans ve natrans kadınlar olarak özgürlük ve eşitlik mücadelesi verdiğimiz alanlarda erkekliğin yanı sıra sınıfsal, etnik, fiziksel olarak dezavantajlı olmak gibi pek çok engelle karşılaşıyoruz. Her şey bir kenara sanata önem verilmeyen, sanatçının önünün açılmadığı ve teknoloji ile birleştirilmediği bir jenerasyonun çocuklarıyız. Otoriter ve sansürcü bir ülkede yaşıyor, oto-sansürü olabildiğince kontrol altına almaya çalışıyoruz.

Bilgiye erişim sınıfsal ve artık nefes almak dahi öyle. Yaratıcı insanlar olarak pek azımız, yakın tarihte ya da bir elli yıl sonra sanatın ne gibi değişimler geçireceğinden habersiziz. Üreterek yaşayan insanlar olarak gardımız hazır değil.  Ölüme rağmen sanat yapmaya çalışmamız yetmiyormuş gibi bir de sanat endüstrisiyle, teknolojinin gelişimiyle, pandemi ve liberalizmle çarpışıyoruz. 

Maalesef sınıfsal ve cinsel kimliğim sebebiyle toplumdaki bazı gruplara göre dezavantajlı olduğumu bilmek, bu bilinç, beni ürettiğim sanat konusunda daha da tereddüde düşürüyor ve verdiğim emeğin nereye gittiğini düşünürken buluyorum kendimi sık sık. 

Kategorilerden boğulduğumuz ve onlara sığamadığımız bu zamanlarda, her yer suç mahalli ve herkes potansiyal failken; insanları kriminalleştirdiğimiz, ahlak bekçiliği ve hatta polislik yapmakla suçlandığımız oluyor. Doğru gitmeyen bir şeyleri eleştirdiğimizde keyif bozan, (feminist killjoy'lara selam olsun) linç uygulayanlar oluyoruz. Bir yandan günlük hayatta karşılaştığımız artık rutinleşmiş şiddetlerle mücadele ederken bir yandan da sanat yapmaya, üretmeye, okumaya, öğrenmeye zaman ayırıyoruz. Zihinsel bir emek harcadığımız muhakkak.Gelecekten tek umudum, anaakım ve ayrıcalıklı sanatçılardan fazla harcadığımız muhakkak olan bu emeğimizin bir gün hak ettiği okumaya tabii tutulması. 

Şu an bile zaman hala akmakta ve her an her saniye yepyeni bir sanat eseri doğmakta. En büyüğü hangisi? Sanırım artık yok. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

dehşetvâr/cehennem alametleri

Hieronymus Bosch "El Bosco": El jardín de las delicias (1503-04) Yine yeniden buradayız. Hayat bütün gaileleriyle pek zor, teşekkürsüz. Yazmak eylemini içe sindirebilmek, kendine kondurabilmek, bunu ben yapıyorum diyebilmek de zor.  Hep zorluklardan bahsetmek de zor. İnsan bu kadar mı zayıf? Bu kadar mı zayıfız? diye soruyor kendine bazen. Herhâlde bu kadar da zayıfız. İlla birilerini arıyoruz, bağlanılacak bir dal.  Su akıp gidiyor. Biz hâlâ bir taşa çarpmanın, üzerine dolanıverecek bir ağaç bulmanın derdinde. Ağaç gibi sevmek için bir ağaç bulmak derdinde, arzusunda. Sürekli arzularda boğulup duruyoruz. Neyse ki su boğmuyor da hemencik, yaşayıp gidiyoruz. Fakat sanıyorum ki boğulmaya az kaldı.  Nilüferler neredeler? *** Kimin neyin peşinde koştuğunu, kendinden ne beklediğini anlamadığı bir dönemden geçiyoruz gibi hissediyorum bazen. Bilcümle, topyekûn, canhıraş. Çığlık çığlığa. Nuh'un gemisine doluşuveren, yaşamak derdinde hayvanlardan farkımız...

Richard İçin Son Bir Şiir / Sandra Cisneros

24 Aralık ve sona geldik yeniden. Bu sefer geri dönmemek üzere, biliyorum zira seni kovmadım - ve yine de el salladık. Ayakkabılar yok. Kızgın kapılar da. Kıyafetleri katladık ve ayrı yollara gittik. Beğendiğim ince yün kazağını ardında bırakmışsın ama diş fırçanı almayı akıl etmişsin. Bu gece neredesin? Richard, yeniden yılbaşı arifesindeyiz ve eski hayaletler doluşuyor eve. Yılbaşı ağacının kıyısında oturuyor ve neyi yanlış yaptığımızı merak ediyorum. Tamam, çalışmadık, ve bütün anılar güzel değil doğrusunu söylemek gerekirse. Fakat güzel zamanlarımız da oldu. Aşk güzeldi. Yanımda çarpık uyuyuşunu sevdim ve hiç korkulu düş görmedim. Yıldızlar olmalı bizimki gibi büyük savaşlar için. Ödüller ve bir yığın şampanya olmalı hayatta kalanlar için. Onca yıllık alçalmadan, beceriksiz tatil girişimlerinden sonra, acıyı abideleştirecek bir şey olmalı. Birgün büyük Brezilya faciasını unutacağız. O güne kadar, Richard, iyi olmanı dilerim. Gönül maceralarını ve bol