Ana içeriğe atla

Pire peygambere and olsun, biz büyük ölmekteyiz.

Yaz gidedursun, eylül sarı kaşlarını çata.

Geleduran kışın bütün vehimleri,  domatesler gibi rendelenip, soğuklara saklanıyorlar şimdiden.  Akşamsefaları kadar solgun yaz artık ve kimse onun gibi ekşimiş kokmak istemiyor. Öldüğümüzü anlamadan geçip gitti ağustos. Öldürüldüğümüzü ve öldürdüğümüzü.

Bayaderler gibi geçip gitti, hüzünlü nakkareler eşliğinde. Bir yöreden, öbürüne.
Kıvrak, tütsülü ve canı burnunda bir güvercindi. Diba örtülerimizi sırtımıza, başımıza geçirmenin zamanı geldi. Yaz geldi geleli, bir biganelik vardı saçlarımda, saçlarımın tozunda. Bana karşı, benim olana. Artık yok, uçuşabiliyorlarsa, gözden içeri. Geçti gitti her şey, geçti gitti.

Dün Cuma'ydı, bugün Cuma'lardandı, belki beş metre ötede bir Çarşamba kutsandı.
Nev-geçti, ruz-geçti. Yeni bahar, ayın 13'ü kadar uzak şimdi. Bizim, canımız acıyordu oysa hala. Keşke, ama, keşke, daha gitmese miydi ? 

Yaz değil miydi bu, bir aksırma, hapşırma işitmişti belki de. Yarıda bırak bütün yeni başlamışları, çıkınını hazırla denmişti ona, yarın kuruttuğun böğürtlen büklerine yolcusun. Ağır yavaş ölmektesin. Gurbettesin, yine yeniden. Şimdi bir başka dünyanın, bir başka dalına ılık şeftali kokusu kondurmalısın. O da gitti. İki değnek vuruldu, bir davul çalındı. Güneş battı. Gün güze döndü. Ağır yavaş öldü yaz. Salatalıkları kokluyorken biz.
Ağır yavaş öldük, ölmekteydeyiz hala. Yaz gibi. Sağdan sola döner gibi ölmekteyiz. Bir şeker gibi karışırken çaya, soğan gibi kavrulurken, pembeden mora geçer gibi, suyumuzu yeni yeni salarken toprağa.
Pire peygambere and olsun, biz büyük ölmekteyiz.
 
Gölgelerin hepsi başsız duvarlarda.
 
Çok silah,Çok kurşun,Çok yangın yeri, Çok devrilen gemi,Çok cemaat camiiye. Ama günah değil midir, bu ne çok ezan ! Hafakanlar basıyor yüreğimi. Garip bir ölümle ölmekteyiz. Hükmünü yerine getiren tek şey acı.
 
Biz çok öldük, ölüyoruz gideduran yaz ile. Cenazemizin ardından 7 adım yürütmüyorlar kimseleri. Kıyamet gömleği dikiliyor bebeklere, ağızlarını çalkalıyor anneleri. Geliyor diyorlar, yaz gidiyor ama ne idüğü belirsiz bir şeyler geliyor.
Üç deniz düğümlendi diyorlar sonra acıyla, kıvranarak. Gelecek olan da gelemedi, gidecek olan da gidemedi. Biz de gidemedik. Ağlamadan önce sakallarını sıvazlıyor bebekler, handiyse çaresiz. Yaşlıların ölümü artık sabun büyüsünden değil. Yaşlıların ölümü, ne idüğü belirsiz bir şeylerden. İşte ya, tıpkı Yaz'ın ölümü misali.
 
Sımsıcaklığını hep hissettiğimiz, hep sarılan, saran, sarmalayanlar var çok şükür. Çok şükür, unutmak gücümüz var bir yazı. Çok şükür rütbesiz gömleklerimiz var. Dağınık saçlarımız, asma yaprakları gibi. Açılır-solar çiçeklerimiz var. Koyu yeşil. Bir de Bedreddin boynumuz var ki, Telli bile kelimeleyemez onu. Öyle Bedreddin gözlerimiz var ki, içerisinde koca dünyaya sığamayan koca bizler. Hepimiz. Hiç olmadı ya, direnemiyorsak, kendimizi dağlara taşlara vurasımız var bizim. Hem de ne dağlara taşlara !

Çünkü,
''Belki hayat yeniden fışkıracaktır o zaman/ Bu kentin ışıksız varoşlarında.''


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

allah hacı miski kokuyor

bir taraftan baharlar bahçeler küstüm çiçekleri açıyor yüreğimde diğer yandan henüz ak düşmeyen başımla en güzel resimleri, en güzel tabloları, en güzel gri çerçeveli tabloları paramparça ediyorum parçaladıklarımın öcünü almak için kendimden bir resim yapacağım, denizin yarısı esmerşeker olacak bulutlar kepekli ekmek içlerinden bulutların yanına kocaman ergenliğe yeni girmiş bir kadın kedi oldukça kızgın ekmek içinden yapılmış  bulutları yemeyi seven ve güneşe özdeş renkdaş sırdaş kedi tüylerinden yağmurlar bir nevi güneşin yağmuru kuş gibi yağmurlar kuş gibi insanlar hem gagalı hem kanatlı gagası olan bir romeo, kanatları olan bir jülyet bir el uzanacak kuş gibi aşıklara namus borcum olan resmimde bir el uzanacak rabbinin olan, kınalı bir el onlara o el aşıkların saçlarını bir edecek o el aşıkların saçlarından bir yılan yaratacak ve aşıkları bu yılanla öldürecek esmerşekerlerde boğdurarak kedi tüylerini yutturarak ne güzeldir yağmur altında dans etmek dedirttir...

êdî bese lê dayê vaye ez diçim şoreşê

'' Ve tarih, onlarla bizim kavgamızın sürüp duran hadisatından ibarettir. '' Son’baharın evveli. Başına sarı-yeşil-kırmızı oyaların döküldüğü bilmem kaç yüzyıllık, ütüsüz bir ana yüreği uzakta bir köyde, Kürdistan toprağının solmuş çiçeklerini göğsüne bastırıyor. Elleri kolları bağlı ve hep yalnız bir halkın yüreği çökeldi kaldı Kürdistan yöresine. Sesler içli, sesler yakar yüreği olanı, sesler kısılıyor, kısılıyor, bitiyor. İçine göç eder toprağın da, son kurşununu göğe sıkar bir hava. O kurşun ki muktedirlere.   Bir avucuna kara toprak, öbür eşine –burada kısalır hayat yolu- bir yeşildir ki doldur. Eylediğin isyan, bir Neşet, bir hoş Memed o vakıt. Devletlülere attığın taş bir iktidarın kahve falına kısmetsizlik deyi çıkar. Yazık ki şükür edilecek bir hal yok ortada, bir zehir yok içesin. Yok yok, zaten içmeyesin.      Silvan’a uç ey kuş, Silvan'a, Lice’ye. Kalekolların boş başları üzerinden gir Dersim’e. İstanbul’a Gazi’ye uç. Kapısını çal her ananın ! Her ...

rabbiniz bizi kan davalısı, kanlısı bellemiş.

en kadın olduğun anda seni dünyanın en lanetli varlığı olarak gören, senin kadınlığın kanıyor diye bastığın yerleri titreten ve sana lanetler okuyan topraklar yaratan, senin kadınlığın kanıyor diye sana o süreç içerisinde 'ibadet etme' yasağını koyan, sen  kanıyorsun diye sana; bu halde ölürsen dünyada kirli tek bir parçan dahi kalmasın diye tırnak kesme, saç kestirme yasağı koyan, senin kadınlığının kanamasını, senin zayıflığına ve kadınların bir ayın her günü ibadet edebilecek kadar, erkekler kadar güçlü olmamasına bağlayan allah'ı, sen ne yapacaksın ? ben ne yapacağım ? rabbiniz bizi kan davalısı, kanlısı bellemiş. İNADINA İSYAN, İNADINA İSYAN, İNADINA ÖZGÜRLÜK !