Hayat insanı savuruyor. Daha azimli daha üretken, daha nazik, daha incelikli, daha centilmen olmaya. Yıkılası, çözülesi devinimler. Eriniyorum centilmen derken bile. Köşesine büzülmüş; her neye sığındıysa hayattan korkanlar, kimilerine her bir ufacık deneyim bile yazılası gelirken ne eyler ney ilen eylenirler? Onlar kim, ben kimim, biz kimiz? Kazara içinde bulunulan edebi üretkenlik akışının; çok sevilen bir şarkının bitişiyle de öylesine sona erebilecek kadar naif olması,,
Kim şair, kim değil. Kim üretken, üreten; kim, değil. İçimde kaynayan, akıp duran, dinen çoşan; burnumun arka alt kemiklerinden artık adları her ne ise yukarılarıma, deliklerime ve belki ağzımın içlerine; üst dişlerime kadar işleyen. Seyrektiler- Beni ince ince ağlatan, kendimi ağlatmaya zorlayan beni, kendimi, kendimizden bir güdü, nefis, şeytan, bakan bir şey, izleyen bir şey; artık günlüklerin en temel edebi metine dönüştürülmesinden korkuyorum. Çünkü kim sever yerinden edilmeyi. Çünkü edebi metinler çokça bireyde, biricik, bir. Her ne kadar yaşadığımız paylaştığımız bölüştüğümüz ekmekler, şaraplar ve su çoğalsa da kendimizden yine de tiksindikçe, iğrendikçe, kendimizi sevemedikçe bir türlü. İşlerimiz rast gitmiyor işte. Kımıl kımıl kımıldayan kımıl zararlıları.
Karnımız ağrır sabahlara dek kusarız, pörçüklü, bir Feriköy rezidansından düşünürüz işte ‘ah eski Perpa Ticaret Merkezi’ni. Çünkü özlem, post-milenyumda artık bir ticarethaneyi benimsemiş olmaktan yolu geçen ufacık bir arzu. Boş dükkân, elektrikçi, tesisatçı, kara yollarında çalışan bir işçi -maaşını birkaç aydır alamıyor-
Ekseriyete dokunabilmek çok zor artık. Dokunabilmek bilcümle.
Nefsi tatmin edebilecek, avutabilecek şarkı bulmak zül. Wagner dinlemek duymak kahır. Bağlanmak istenen, bağlamak isteyen, nesneleşen, objeleşen, bıçaklaşan, keskinleşen her ne varsa uydurma bir imlânın, bomboş bir dürtünün belki içinde, ipiçinde oluveriyor. İnsanın bazen bazı kelimeleri daha sıkışık yazası geliyor, daracık.
(Egon Schiele Tote Mutter, 1910)
Bir çocuk tanımışızdır hepimizdir otellerde ikamet eden. Nilüfer’e düşme, fenadır diyen bir dost bilmişizdir. Yağmurda kırık melodi peşinde womadler. Buraya yazılıverdiği akıtılıp dökütülüverdiği bekletilip bozutuluverdiği eskitiliverdiği yırttırılıverdiği için üzülüvereceğimiz; taslaklara, kutulara, çekmecelere yeniden gömüverebileceğimiz ah o yazılar. Kadim.
İnsanların, hani her gün gördüğümüz, konuştuğumuz, kokladığımız, tadına baktığımız, incittiğimiz, sağalttığımız insanların; hani insanların kimi insanların bazen;;
“YILBAŞI GECESİ(31 OCAK PAZARTESİ) DİZİLER YAYINLANACAK MI?” gibi manşet mevzuları olabiliyor.
Kültür devrimi gerekiyor. Bazılarına yollanacak notlar özenle saklanıyor. Kahveler içiliyor, ilaçlar alınıyor, konuşulup tartışılıyor bazen bir şeylerin ehemmiyeti üzerine bu sayede günbegün hayat sorgulanıyor.
Birileri, birileri sürekli en şahane alıntıları yapıp en güzel sözleri söyleyebiliyor. Yapılması gerekenler listesi, başvurulabilecek ödüller; kolay para kazanılabilcek işler, gayri muhtemel altında, kalıveriyor. İmlânın tek düzeliğin. Kal-ı veriyor.
Dize diyorum mesela Dize
DİZE
Çingene kampları kadar direngen direnmenin yolunu nafile. Bulamazık yazık.
Kendi ismimizden başka yok ki sığınacağımız
Azız, azız, azık.
Bu yüzden insanın insana fikir bahşetmeye hakkı ve haddi olmalı. Belki imaj da. Görüntü de. Ya da en basitinden bir arkadaşımın -şairane bir arkadaşımın- dediği gibi
“İnsan, insanı salmalı.”
ve onlara söyleyemeyeceğimiz şeylerimiz olmalı. daim.küçük.kadim.
Pink Floyd - Us and Them
Kim şair, kim değil. Kim üretken, üreten; kim, değil. İçimde kaynayan, akıp duran, dinen çoşan; burnumun arka alt kemiklerinden artık adları her ne ise yukarılarıma, deliklerime ve belki ağzımın içlerine; üst dişlerime kadar işleyen. Seyrektiler- Beni ince ince ağlatan, kendimi ağlatmaya zorlayan beni, kendimi, kendimizden bir güdü, nefis, şeytan, bakan bir şey, izleyen bir şey; artık günlüklerin en temel edebi metine dönüştürülmesinden korkuyorum. Çünkü kim sever yerinden edilmeyi. Çünkü edebi metinler çokça bireyde, biricik, bir. Her ne kadar yaşadığımız paylaştığımız bölüştüğümüz ekmekler, şaraplar ve su çoğalsa da kendimizden yine de tiksindikçe, iğrendikçe, kendimizi sevemedikçe bir türlü. İşlerimiz rast gitmiyor işte. Kımıl kımıl kımıldayan kımıl zararlıları.
Karnımız ağrır sabahlara dek kusarız, pörçüklü, bir Feriköy rezidansından düşünürüz işte ‘ah eski Perpa Ticaret Merkezi’ni. Çünkü özlem, post-milenyumda artık bir ticarethaneyi benimsemiş olmaktan yolu geçen ufacık bir arzu. Boş dükkân, elektrikçi, tesisatçı, kara yollarında çalışan bir işçi -maaşını birkaç aydır alamıyor-
Ekseriyete dokunabilmek çok zor artık. Dokunabilmek bilcümle.
Nefsi tatmin edebilecek, avutabilecek şarkı bulmak zül. Wagner dinlemek duymak kahır. Bağlanmak istenen, bağlamak isteyen, nesneleşen, objeleşen, bıçaklaşan, keskinleşen her ne varsa uydurma bir imlânın, bomboş bir dürtünün belki içinde, ipiçinde oluveriyor. İnsanın bazen bazı kelimeleri daha sıkışık yazası geliyor, daracık.
(Egon Schiele Tote Mutter, 1910)
Bir çocuk tanımışızdır hepimizdir otellerde ikamet eden. Nilüfer’e düşme, fenadır diyen bir dost bilmişizdir. Yağmurda kırık melodi peşinde womadler. Buraya yazılıverdiği akıtılıp dökütülüverdiği bekletilip bozutuluverdiği eskitiliverdiği yırttırılıverdiği için üzülüvereceğimiz; taslaklara, kutulara, çekmecelere yeniden gömüverebileceğimiz ah o yazılar. Kadim.
İnsanların, hani her gün gördüğümüz, konuştuğumuz, kokladığımız, tadına baktığımız, incittiğimiz, sağalttığımız insanların; hani insanların kimi insanların bazen;;
“YILBAŞI GECESİ(31 OCAK PAZARTESİ) DİZİLER YAYINLANACAK MI?” gibi manşet mevzuları olabiliyor.
Kültür devrimi gerekiyor. Bazılarına yollanacak notlar özenle saklanıyor. Kahveler içiliyor, ilaçlar alınıyor, konuşulup tartışılıyor bazen bir şeylerin ehemmiyeti üzerine bu sayede günbegün hayat sorgulanıyor.
Birileri, birileri sürekli en şahane alıntıları yapıp en güzel sözleri söyleyebiliyor. Yapılması gerekenler listesi, başvurulabilecek ödüller; kolay para kazanılabilcek işler, gayri muhtemel altında, kalıveriyor. İmlânın tek düzeliğin. Kal-ı veriyor.
Dize diyorum mesela Dize
DİZE
Çingene kampları kadar direngen direnmenin yolunu nafile. Bulamazık yazık.
Kendi ismimizden başka yok ki sığınacağımız
Azız, azız, azık.
Bu yüzden insanın insana fikir bahşetmeye hakkı ve haddi olmalı. Belki imaj da. Görüntü de. Ya da en basitinden bir arkadaşımın -şairane bir arkadaşımın- dediği gibi
“İnsan, insanı salmalı.”
ve onlara söyleyemeyeceğimiz şeylerimiz olmalı. daim.küçük.kadim.
Yorumlar
Yorum Gönder